Aşkın Yolu İslam
Aşkın Yolu İslam
!—www.www.kralalemi.com>!—www.www.kralalemi.com>
16 Ağustos 2016 Salı
10 Ağustos 2016 Çarşamba
4 Ağustos 2016 Perşembe
3 Ağustos 2016 Çarşamba
Ölüm Nedir?
Ne yazık ki günümüzde “ÖLÜM” olayı, gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ölümün bir “son” olduğu zannedilmektedir!..
Oysa ölüm, bir son olmayıp; madde âlemden, madde ötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!..
İnsan, ölüm denen olayla, madde bedeni terk ederek, “RUH” denilen “holografik dalga” yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder!
Yani ölüm; madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.
İslâm Dini’nin esaslarını bildiren Kur’ân-ı Kerîm, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:
“Her NEFS ölümü TADACAKTIR!..”
Ölüm denen olay, biyolojik madde bedenin terk edilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir...
Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan biyoelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromanyetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedenden bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ölüm kelimesiyle anlatılır.
Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH’a, yani holografik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir... Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..
Ancak bir farkla... O bedende, tamamıyla canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz! Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!..

Dışarıda olup biten her şeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiçbir mesaj ulaştıramaz!
Nitekim büyük İslâm âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Marifetname” isimli eserinde, Hz. Muhammed’in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:
“Meyyit (ölümü tatmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir.”
“Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz” uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.
Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tatmış kişinin mezarda “ruh olarak” diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir hâlde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARÎ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadîs-î Rasûlullâh’a dikkat edelim:
“Talha radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:
Bedir savaşı günü Nebi (sallâllâhu aleyhi vesellem) Kureyş eşrafından 24 kişinin cesedlerinin bir araya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu. Rasûlullâh düşman bir kavme galip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.
Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullâh devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullâh yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler...
Bu arada birbirlerine, herhâlde Rasûlullâh bir hâcet için gidiyor, diye konuştular.
Nihayet, Rasûlullâh Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:
− Yâ filan ibn-i filan, yâ Eba Cehil İbn-i Hişam, yâ Utbe İbn-i Rebia... Siz ALLÂH’a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabbimizin vadetmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vadettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?..
Bu hitap üzere Ömer (r.a.) sordu:
− Yâ Rasûlullâh... Hayatı olmayan cesedlere ne diye konuşursun?..
Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
− Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!..”
Görüldüğü gibi, Buharî’de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte...
“İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyamette dirilirler” şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.
İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı, şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışcasına rahatça işitirler.
Üçüncü Halife Osman bin Affan (r.a.), bir mezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;
− Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kabir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi...
Osman cevap verdi:
− Rasûlullâh’tan duydum ki...
“Muhakkak mezar, âhiret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!..”
Sonra Osman (r.a.) şöyle devam etti; Rasûlullâh şöyle buyurdu...
“Mezar kadar KORKUNÇ hiçbir feci manzara görmedim!..”
İslâm’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa’d bin Muâz’ın kabri başında ise Rasûlullâh şöyle buyuruyordu:
“Şu seçkin kul ki, arş Onun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdıyacaktı!.. Eğer kabir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa’de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibarıyla bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!..”
Şimdi düşünelim... Kişi, mezarda “diri” yani “şuuru yerinde” olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?..
Soruluyor Hz. Rasûlullâh’a...
− Yâ Rasûlullâh, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..
− Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölüm ötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı... İşte onlar en akıllı- şuurlu olandır...
Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:
“En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar, ölümden sonra yararını göreceği fiilleri yapar... Âciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLÂH’tan!..”
Gene Rasûlullâh’ın ashabından İbni Mes’ud, kabirde görülen azap hakkında:
− Mutlaka günahkâr olanlar, kabirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir... dediğini Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem)’den işittim.
Ebu Said el Hudrî anlatıyor; Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) buyurdu:
“İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiçbir yeşil ot yeşermez!..”
İbn-i Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor... Rasûlullâh buyurdu:
“Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makâmı gösterilir. Burası yerindir. Kıyametteki bâ’sına kadar buradasın.”

Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Âmentü’de okunan şu cümleye bir bakın...
“Vel ba’sü ba’del MEVT”...
Dikkat ediniz!..
“Vel ba’sü ba’del KIYAMET” denmiyor!..
Yani, “bâ’s” kelimesiyle anlatılan olay, “KIYAMET”ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonrakidir!..
Dünya’da, bildiğimiz madde bedenle ve bu arada bu madde beynin ürettiği ruh bedenle yaşarız.
Nitekim büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı İMAM GAZÂLİ, “Esmâ ül Hüsnâ şerhi” isimli eserinde “El BÂİS” ismini açıklarken bakın ne diyor:
“İnsanlardan birçokları bu hususta yanlış vehimlere kapılırlar... Bunu da çeşitli şekillerde izaha çalışırlar, derler ki; ölüm yokluktur. Bâ’s; yok olduktan sonra yeniden dirilmektir, aynen birinci dirilme ve canlandırma gibi...
Bir kere onların ölümün yokluk olduğunu zan etmeleri yanlıştır! İkinci diriltmenin de birinci gibi olduğunu sanmaları dahi yanlıştır.
Ölümün yokluk olduğunu sanmak bâtıldır!.. Çünkü kabir; ya ateş çukurlarından bir çukurdur, ya da cennet bahçelerinden bir bahçe...
İşin içyüzüne vâkıf olan Erbab-ı Basîret, insan varlığının ebediyet için halkolduğunu bilir ve anlar... Ona yokluk arız olmaz...
Evet, bazen cesedle ilgisi kesilir de kendisi hakkında öldü derler... Bazen cesede iade edilir de hakkında diriltildi derler...
Dirilmenin ilk yaratılış gibi, ikinci bir yaratılış olduğunu sananlar da bu zanlarında yanılmışlardır!.. Çünkü diriltmek ilk canlandırılışlarına uymayan yepyeni bir yaratma fiilinden ibarettir...
Aslında insanoğlunun birçok dirilmesi vardır; onun dirilmesi iki defadan ibaret değildir...”
Ölümü tadınca, madde beden çözülür; ve RUH bedenle bâ’s olmuş olarak kabirde kıyamete kadar yaşamımız devam eder.
Sonra “Kıyamet” denen, Dünya’nın Güneş ısısında bozunumu devresinde, bugünkü karakteristiği istikametinde yeniden bâ’s olur!..
Ve nihayet son defa, bu bedenler de gittiği ortama göre yeniden bir bâ’s ile oluşurlar...
Kabirde, şu andaki mevcut aklımızla, algılama-değerlendirme mekanizmamızla mı olacağız?..
Bu konuda Abdullah bin Ömer anlatıyor...
Hz. Ömer, Münkir ve Nekir adlı iki meleğin kabirde gelip sual sorması hususunu Hz. Rasûlullâh ile konuşurken sordu:
− (Kabirde) aklımız başımızda olacak mı yâ Rasûlullâh?..
− Evet!.. Aynen bugünkü gibi!..
Evet, ölümü tatmış, aklı şuuru yerinde, fakat bedeni kullanım dışı kalmış diri kişi, mezara konulunca ne olur?..
Bunu da Enes radıyallâhu anh’ın ağzından dinleyelim:
Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
“Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir... Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:
− Muhammed denen adam hakkında ne dersin?..
Eğer müminse...
− Şehâdet ederim Muhammed ALLÂH’ın kulu ve Rasûlüdür... Bunun üzerine;
− Şu cehennemdeki yerine bak!.. ALLÂH onu cennettekine tebdil etti...
O, artık hem cehennemdeki yerini, hem de cennette gideceği yeri görür...
İnkârcı veya gösterişte müslüman ise şöyle der:
− Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuştuklarından başka!..
Ve ona şöyle denilir:
− O’nu tanıyamadın ve bilemedin!..
Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki, feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!..”
Nihayet şu hadis ile konuya son verelim...
“Ölümü tatmış kişi, yakınlarının ağlaması sebebiyle azap görür.”
Bu konuda daha pek çok Rasûlullâh uyarısı vardır, ilgili hadis kitaplarında okunabilir.
Netice şudur ki:
KİŞİ ÖLMEZ, “ÖLÜM”Ü TADAR!.. Yaşam boyutunu değiştirir!..
Ölümü tatmak, denilen olay, kişinin madde bedenin kumandasını yitirip, “ruh” adı verilen holografik dalga bedenle yaşamına kaldığı yerden devam etmesidir.
Bu hâl dolayısıyla, kabre konan her kişinin şuuru yerinde, aklı başındadır!
Kıyamete kadar da şuurlu olarak yaşamına devam eder.
Kıyamette de o günün şartlarına göre, yeni bedene kavuşur.
ÖLÜM tadıldıktan sonra neler olup bitiyor?..
Şimdi de kısaca bunu anlatalım...
ÖLÜM tadıldığı anda kişi bir süre çevresindeki dünyayı algılamaya devam eder... Çevresinde olup bitenleri, yapılan konuşmaları, üzüntü ve feryatları aynen biyolojik bedenle yaşıyormuşcasına algılar...
Bu devrede âdeta bitkisel hayattaki bir insan gibidir... Dışarıda tüm olup bitenleri algılıyor, fakat dışarıya hiçbir mesaj veremiyor...
İşte bu anda sıra cenazenin yıkanmasına gelir...
Cenaze niçin yıkanıyor?..
Cenazenin yıkanmasının bilebildiğimiz kadarıyla hikmeti, henüz hücresel canlılığı devam eden biyolojik bedenin sudan ozmos yoluyla biyoelektriksel takviye almasıdır... Böylece kişi, kısa bir süre daha beden aracılığıyla yaşamış olduğu dünya ile iletişimini tek yanlı da olsa sürdürebilecektir.
ÖLÜMÜN TADILDIĞI andan itibaren başlayıp, mahşere kadar devam edecek olan yaşam boyutuna BERZAH âlemi denilir...
Ölümle başlayan hayat üçe ayrılır;
1. KABİR yaşamı...
2. KABİR âlemi yaşamı...
3. BERZAH âlemi yaşamı...
1. KABİR yaşamı:
Bu devre kişinin ölümü tadıp, ruh yani holografik dalga bedenle bâ’s olmasından sonra başlayıp, kabir içinde, maddeyi algılar biçimde yaşamı devam ettikçe sürer...
Gerek kabire konmadan ve gerekse kabre konduktan sonra çevresinde olup biten her şeyi bu süre içinde algılamaya devam eder...
Bu hâlin misali şu dünya yaşamımızdaki henüz uyumadan evvel yataktaki hâlimize benzer...
Yatağa yatan kişi nasıl henüz uyanıktır ve çevresinde olup bitenleri fark etmektedir; yatağın sert veya yumuşaklığını hissetmektedir; işte aynı şekilde mezara konan kişi de ilk aşamada çevresinde ve mezar içinde olup biten her şeyi seyretmektedir...
Yatağa girmiş uyumaya hazırlanan kişi nasıl yarı uyur vaziyette hem dışarıda olup bitenleri fark eder hem de rüya türünden şeyleri görmeye başlarsa, kabirdeki kişi de aynı şekilde hem madde mezarın dışında ve içinde olanları algılamaktadır; hem de yavaş yavaş KENDİ KABİR ÂLEMİNE girmeye hazırlanmaktadır...
İşte bu süreç içinde, İslâm Dini’nde bahsedilen iki sorgu meleği gelir ve RABBİN KİM, NEBİN KİM, KİTABIN NE diye sorarlar...
DİKKAT!..
KABİRDE asla, kişiye, sen hangi mezheptensin ya da hangi tarikattansın diye sorulmaz!.. Burada asla, kişinin mezhep veya tarikat imamından söz edilmez!..
BUNLARIN kabirde SORULACAĞINDAN SÖZ EDENLER, DİNİ BİLMEYENLERDİR! Ne KURÂN’da ne de RASÛLULLÂH açıklamalarında, mezhep ya da tarikatın ne, diye sual SORULACAĞINA DAİR hüküm vardır!
Mezhep ve tarikatlar, Hz. Muhammed (aleyhisselâm)’ın berzaha intikâlinden sonra oluşturulmuş kurumlardır; ki berzah âleminde bunların yeri yoktur!..
Evet, bu sorgulamanın ertesinde kişi ya KABİR ÂLEMİNE intikâl eder, ya da BERZAH ÂLEMİNE...
“KABİR ÂLEMİ” ile “BERZAH ÂLEMİ” arasındaki fark nedir?..
2. KABİR âlemi yaşamı:
Bu âlem, aynen rüya âlemine benzer; ne var ki, kişi rüya gördüğünün farkında değildir ve yaşamını aynen Dünya’da yaşıyormuşcasına değerlendirir...
Nasıl Dünya yaşamını gerçek yaşammış gibi algılarsa kişi Dünya’da yaşarken; aynı şekilde, kendi kabir âlemine geçen kişi de o boyutu gerçek yaşam gibi hisseder... Bu ya “kabir cenneti” denilen şekilde son derece huzur ve zevk verici rüyalar şeklinde devam eder; ya da “kabir cennnemi” denilen biçimde kâbus türünden son derece korkunç, ızdırap verici görüntüler içinde sürer...
Bu devre kıyamete kadar böylece devam eder...
Bu, kabir içindeki kişinin, kabir âleminin yaşantısıdır...
“Kişinin kabri ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur” hadîs-î şerîfiyle Rasûlullâh bu duruma işareteder...
Bununla beraber bir de“BERZAH âlemi yaşamı” vardır...
3. BERZAH âlemi yaşamı:
“FİYSEBİLİLLÂH” ALLÂH yolunda ŞEHÎD olmuş kimseler ile,“ölmeden ölmüş” diye tarif edilen evliyaullâh ve Nebilerin, kabir âlemi kısıtlamalarından kurtulmuş olarak, “RUH BEDENLERİYLE” serbest dolaşım şeklinde süren yaşam şeklidir...
BERZAH YAŞAMINDA...
ŞEHÎDLER, EVLİYAULLÂH ve NEBİLER, Berzah âlemi içinde serbestçe gezerler, dolaşırlar ve mertebelerine göre de birbirleriyle iletişim kurarlar...
Ayrıca, berzah âlemi içinde dahi bir hiyerarşi vardır; ve bu hiyerarşi içinde oradakilerin idaresi söz konusudur...
“İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabımızın “Ricali Gayb-Gayb Erleri” bahsinde bu konuda geniş bilgi vardır...
BERZAH âlemindeki velîlerden Dünya’da iken “FETİH” sahibi olmuş olanlar, Dünya’dakilerle iletişim kurabilirler... Buna karşın, Dünya’da “KEŞİF” sahibi olmuş, fakat “FETİH” elde edememiş evliyaullâh ise, o âlemdeki tüm serbestilerine karşın, Dünya’dakiler ile direkt iletişim kuramazlar...
“Fetih” ve “Keşif” konularında daha geniş bilgiyi “DUA ve ZİKİR” isimli kitabımızda yazdık... Arzu edenler oradan daha geniş bilgiyi elde edebilirler...
Kişi, ÖLÜMÜ TATTIKTAN sonra ya kendi kabir âleminde ya da mertebesine göre berzah âleminde yaşamına devam eder.
İşte herkesi, böyle bir yaşam bekliyor!..
Dileyen, bu konuyu, ilgili yerlerden araştırarak söylediklerimizin doğruluğunu teyit edebilir.
AHMED HULÛSİ
1999
Kaynak: http://www.ahmedhulusi.org/tr/yazi/olum-nedir#ixzz4GIhvUopc
Follow us: @AhmedHulusi on Twitter | AhmedHulusi on Facebook
30 Temmuz 2016 Cumartesi
29 Temmuz 2016 Cuma
15 Temmuz 2016 Cuma
14 Temmuz 2016 Perşembe
Güzel abdest nasıl alınır?
Sual: Güzel abdest almak, nasıl olur?
CEVAP: Önce güzel abdest almanın faziletini bildirelim. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Abdeste devam et ve güzel abdest al ki, ömrün uzasın.) [Harâiti] (Güzel abdest alıp camiye giren Allah’ın misafiri olur. Allahü teâlâ da misafirine mutlaka ikram eder.) [Beyheki] (Güzelce abdest aldıktan sonra, “Eşhedü en la ilahe illallahü vahdehü la şerikeleh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü” diyene Cennetin sekiz kapısı açılır.) [Nesai] (Güzelce alınan abdest, imanın yarısıdır.) [İbni Hibban] (İlk sorgu abdestten olacaktır. Abdesti güzel ise, sıra namaza gelir.) [Beyheki] (Hiçbir günahkâr yoktur ki, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak mağfiret dilesin de, affedilmiş olmasın.) [Tirmizi] (Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları affolur.) [Müslim] (Güzelce abdest alan günahlarından sıyrılmış olur.) [Buhari] (Güzelce abdest alıp bir din kardeşini ziyaret eden, Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Davud] (Güneş yükselince [işrak vaktinde] güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılanın bütün günahları affolur.) [İ.Ahmed] (Soğukta, sıcakta güzelce abdest almak, günahlara kefaret olur.)[Müslim] (Güzelce abdest alıp, huşu içinde namaz kılmak, küçük günahlara kefaret olur. Bu durum ömür boyu devam eder.) [Müslim] Güzel abdest nasıl alınır? Peygamber efendimiz bunu şöyle tarif etmiştir: (Güzel abdest, abdestin farz ve sünnetlerini yerine getirmek suretiyle alınan, mükemmel abdesttir.) [Tirmizi] Ağız, burun, yüz, kol ve ayakları, ayrı ayrı su ile, üç kere yıkamak gerekir. Her birinde, uzvun her yeri ıslanmalıdır. Üç kere su dökmek değil, üç kere tam yıkamak sünnettir. Üçten az veya fazla yıkamak mekruhtur. Maalesef musluktan abdest alanlar, bu sünneti ihmal ediyorlar. Elleri, kolları ve ayakları birer kere yıkıyorlar. Ayak parmaklarını da bir kere hilallemekle yetiniyorlar. Üç kere su döküp bir kere yıkamak sünnete aykırı olduğu gibi, bir kere çok su döküp de, üç kere yıkamak da sünnete aykırıdır. Ayrı ayrı üç kere su döküp, üç kere ovarak yıkamak gerekir. Her uzuv üç kere yıkanır Sual: Abdestte her uzvu üç kere yıkıyoruz. Fakat ayakları ben bir defa yıkıyorum, su akarken kalbimden üç kere saymam yetmiyor mu? CEVAPKalbden üç kere saymakla olmaz. Ayakları da ayrı su ile üç kere yıkamak gerekir. Tam İlmihal’de diyor ki: (Yıkanacak yerleri, üç kere yıkamaktır. Her birinde, uzvun her yeri ıslanmalıdır. Üç kere su dökmek değil, üç kere tam yıkamak sünnettir.) Nimet-i İslam kitabında, abdestin sünnetlerinin dokuzuncusunda diyor ki: (Yıkanacak uzvu üçer kere yıkamaktır. Maksud, su ile üç defa kaplayarak yıkamaktır. Yoksa bir uzvu yıkarken, bir defa aldığı su ile o uzvu üç kere yıkamakla sünnet hâsıl olmaz. Üçten fazla yıkayan haddi aşmış olur, üçten eksik yıkayan da zulmetmiş olur.) [Maksud: Kastedilen şey, gaye, arzu.] Eğer her yıkayışta, musluk kapatılır veya ayak musluktan çekilirse, sünnete uyulmuş olur. Abdeste unutulan sünnetler Sual: Güzel abdest alınmalı deniyor. Güzel abdest, farzına, sünnetine ve müstehabına uyularak ve mekruhlarından sakınılarak alınan abdest olduğuna göre, günümüzde unutulan veya uyulmayan sünnet ve müstehablar nelerdir? İşlenen mekruhlar var mıdır? CEVAP Genel olarak unutulan sünnetlerden bazıları şunlardır: 1- Abdeste başlarken Besmele okumak. Hanbeli'de Besmele okumak farzdır. 2- Elleri bilekleriyle beraber, ayrı ayrı suyla üç kere yıkamak. 3- Ağzı ayrı ayrı suyla üç kere yıkamak. Ağzı yıkarken, oruçlu değilse hafif gargara yapmak veya suyu boğaza ulaştırmak, abdestte de, gusülde de sünnettir. Oruçluyken mekruhtur. [Daha çok unutulan sünnetlerden biri de budur.] 4- Dişleri bir şeyle temizlemek. Misvak tercih edilmelidir. 5- Yüzünü yıkarken, iki kaşın altını ıslatmak. 6- Başın tamamını bir kere mesh etmek. [Daha çok unutulan sünnetlerden biri de budur. Maliki'de başın tamamını mesh etmek farzdır.] 7- Yıkanacak yerleri, üç kere ayrı suyla yıkamak. [Genelde ayaklar bir kere yıkanıyor. Üç kere ayrı ayrı suyla yıkanması gerekir. En çok unutulan sünnetlerden biri budur.] 8- Yüzü yıkarken, abdeste niyet etmek. Şafii'de farzdır. 9- Her uzvu birbiri arkasından yıkarken başka işle uğraşmamak. Maliki'de farzdır. Abdestin unutulan müstehablarından bazıları şunlardır: 1- Abdesti namaz vakti girmeden önce almak. 2- Kıbleye karşı abdest almak. 3- Her uzvu yıkarken kelime-i şehadet okumak. 4- Ayak parmaklarının aralarını, sol elin küçük parmağıyla ve alt taraflarından hilallemek. 5- Ayak parmaklarını her üç yıkayışta da hilallemek. Abdestte işlenen mekruhlardan bazıları şunlardır: 1- Her uzvu üçten eksik veya fazla yıkamak. [Suyun pahalı olması, havanın çok soğuk olması, suya muhtaç olmak gibi özürlerle üçten eksik yıkamak mekruh olmaz.] 2- Ayaklarını yıkarken kıbleye doğru uzatmak. 3- Abdestte ve gusülde suyu israf etmek. Başın tamamını mesh etmek Sual: Başın tamamını mesh etmek için, başın üstünde hiç kuru yer kalmaması mı gerekir? Başın tamamı, kulaklar ve ense, kolayca nasıl meshedilir? CEVAPMesh etmek, ıslak eli sürmek demektir. Yıkamada olduğu gibi, hiç kuru yer kalmaması gerekmez. Islak el, başın tamamına sürülürse mesele kalmaz. Artık kuru yer kaldı mı diye düşünmek, vesvese olur. Başı, kulakları ve enseyi birlikte mesh edebilmek için iki el ıslatılıp, iki elde de üç bitişik ince parmak birbirine yapıştırılıp, iç tarafları başın önünde, saçların başlangıcına konmak üzere iki el başa konur. İki elin bu üç parmağının uçları, birbirine dokunmalıdır. Baş ve şehadet parmakları ve avuç içleri havada olup, başa dokunmaz. İki el, arkaya doğru çekilerek, üçer parmak, başı mesh eder. Eller, arkadaki saç kenarına gidince, üçer parmak, baştan ayrılıp, iki elin avuç içleri, başın yan tarafındaki saçlar üzerine yapıştırılıp, arkadan öne çekilerek, başın yan tarafları mesh edilir. Sonra şehadet parmakları kulakların iç tarafına ve başparmakların iç yüzü, kulak arkasına konup, kulaklar yukarıdan aşağı mesh edilir. Sonra, kullanılmamış olan diğer üç parmakların dış yüzleri enseye konup, ensenin ortasından, iki tarafına doğru çekilerek mesh edilir. (S.Ebediyye) Kulaklar nasıl mesh edilir? Sual: Kulaklar hangi parmakla mesh edilir? CEVAP Kulakların dışı başparmakla, içi şehadet parmağı ile mesh edilip, küçük parmaklar deliğe sokulup tahrik edilir. (İslam Ahlakı) Şehadet parmakları kulakların iç tarafına ve başparmakların iç yüzü, kulak arkasına konup, kulaklar yukarıdan aşağı mesh edilir. Kulağı mesh ederken birer parmağı, kulak deliğine sokmak müstehabdır. (S. Ebediyye) |
13 Temmuz 2016 Çarşamba
12 Temmuz 2016 Salı
Kim Allah için olursa
Sual: Konevi'nin 40 hadis kitabındaki, (Kim Allah için olursa, Allah onun için olur) hadisi sahih midir?
CEVAP: Bunu sormak, ilkokul talebesine matematik profesörünün yaptığı bir işlemi kontrol ettirmekten çok daha abestir. Sadreddin Konevi hazretlerinin bizim kadar bilgisi yok mu? Kitabına uydurma hadis alacak kadar gafil ve cahil mi? O hadis-i şerif şu manadadır: (Kimin maksadı Allah rızası olursa, Allahü teâlâ da, onu maksadına kavuşturur.) Kur’an-ı kerimde buna benzer âyetler vardır. Birkaçı şöyledir: (Rabbinden korkan [günahlardan kaçan] kimselerden [ibadetlerini kabul etmek suretiyle] Allah razıdır. Onlar da, [umduklarından daha fazlasına kavuştukları için] Allah’tan razıdır.) [Beyyine 8] (Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim.) [Bekara 152] Yani, beni ibadetle ananı, ben de rahmetle anarım, bana dua edenin duasını kabul ederim, dünyada beni hatırlayanı, ben de ahirette hatırlarım, rahat iken beni hatırlayanı, ben de onu sıkıntılı iken hatırlar, yardım ederim. (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder.) [Muhammed suresi 7] Yani, siz Allah’ın dinine hizmet etmek için çalışırsanız, Allah da, düşmanlarınıza karşı size yardım eder. (Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder.) [Hac 40] Kendisine yardımdan maksat dinine hizmet etmektir. Yani, Allah yolunda çalışanın yardımcısı Allah’tır. Kulunun azıcık bir gayretine çok mükâfatlar ihsan eder. Bire on verir. Hatta bire yedi yüz ve daha fazla da verir. (Bekara 261) Bu konuda çok kudsi hadis-i şerif vardır. Bazıları şöyledir: (Sevdiğim kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı, konuşan dili olurum. İstediğini veririm.) [Beyheki] (Bana bir karış yaklaşana, ben bir arşın yaklaşırım. Bir arşın yaklaşana, bir kulaç yaklaşırım. Yürüyerek gelene, koşarak yaklaşırım.) [Buhari, İ. Ahmed, İbni Şahin] (Beni taatımla zikredin. Ben de sizi mağfiretimle zikredeyim. Beni muti olarak zikredeni mağfiret ederim. Beni asi olarak ananı da, azabımla anarım.) [Deylemi] (Beni zikrettikçe şükürde, unuttukça küfürdesin.) [Hatib] (Yani nankörsün.) (Beni kimse yokken zikredeni ben melekler içinde zikrederim. Beni cemaat içinde zikredeni, ben de onlardan daha hayırlı ve büyük bir toplulukta zikrederim.) [Taberani] (Ey Âdemoğlu, kızdığın zaman beni zikret ki, gazaplandığım zaman seni affımla anarak helâk olunanlar arasında seni helâk etmeyeyim.) [İbni Şahin] (Kulum, benim zikrimle dudakları kıpırdadıkça ben onunla beraberim.) [Buhari]
CEVAP: Bunu sormak, ilkokul talebesine matematik profesörünün yaptığı bir işlemi kontrol ettirmekten çok daha abestir. Sadreddin Konevi hazretlerinin bizim kadar bilgisi yok mu? Kitabına uydurma hadis alacak kadar gafil ve cahil mi? O hadis-i şerif şu manadadır: (Kimin maksadı Allah rızası olursa, Allahü teâlâ da, onu maksadına kavuşturur.) Kur’an-ı kerimde buna benzer âyetler vardır. Birkaçı şöyledir: (Rabbinden korkan [günahlardan kaçan] kimselerden [ibadetlerini kabul etmek suretiyle] Allah razıdır. Onlar da, [umduklarından daha fazlasına kavuştukları için] Allah’tan razıdır.) [Beyyine 8] (Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim.) [Bekara 152] Yani, beni ibadetle ananı, ben de rahmetle anarım, bana dua edenin duasını kabul ederim, dünyada beni hatırlayanı, ben de ahirette hatırlarım, rahat iken beni hatırlayanı, ben de onu sıkıntılı iken hatırlar, yardım ederim. (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder.) [Muhammed suresi 7] Yani, siz Allah’ın dinine hizmet etmek için çalışırsanız, Allah da, düşmanlarınıza karşı size yardım eder. (Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder.) [Hac 40] Kendisine yardımdan maksat dinine hizmet etmektir. Yani, Allah yolunda çalışanın yardımcısı Allah’tır. Kulunun azıcık bir gayretine çok mükâfatlar ihsan eder. Bire on verir. Hatta bire yedi yüz ve daha fazla da verir. (Bekara 261) Bu konuda çok kudsi hadis-i şerif vardır. Bazıları şöyledir: (Sevdiğim kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı, konuşan dili olurum. İstediğini veririm.) [Beyheki] (Bana bir karış yaklaşana, ben bir arşın yaklaşırım. Bir arşın yaklaşana, bir kulaç yaklaşırım. Yürüyerek gelene, koşarak yaklaşırım.) [Buhari, İ. Ahmed, İbni Şahin] (Beni taatımla zikredin. Ben de sizi mağfiretimle zikredeyim. Beni muti olarak zikredeni mağfiret ederim. Beni asi olarak ananı da, azabımla anarım.) [Deylemi] (Beni zikrettikçe şükürde, unuttukça küfürdesin.) [Hatib] (Yani nankörsün.) (Beni kimse yokken zikredeni ben melekler içinde zikrederim. Beni cemaat içinde zikredeni, ben de onlardan daha hayırlı ve büyük bir toplulukta zikrederim.) [Taberani] (Ey Âdemoğlu, kızdığın zaman beni zikret ki, gazaplandığım zaman seni affımla anarak helâk olunanlar arasında seni helâk etmeyeyim.) [İbni Şahin] (Kulum, benim zikrimle dudakları kıpırdadıkça ben onunla beraberim.) [Buhari]
Allah Cennette görülecektir
Sual: Cennet nimetleri yalnız bedene mi olacaktır? Müminler ahirette ve Cennette Allahü teâlâyı görecekler mi?
CEVAP: Cennet nimetlerini, lezzetlerini yalnız bedenin lezzeti zannetmek yanlıştır. Dünyada yükselmeye başlayan bir ruh, bedenden ayrılınca, kıyamete kadar, her an yükselmeye devam eder. Cennette beden, sonsuz kalabilecek evsafta dünyadakinden bambaşka özellikte var olacaktır. Yükselmiş olan ruh, bu ceset ile birleşerek kıyamet hayatı başlayacaktır. Cennette, bedenin ve ruhun çok farklı nimetleri, lezzetleri olacaktır. Yüksek olanlar, Cennette de ruhun lezzetlerine önem vereceklerdir. Ruhun lezzeti, bedenin lezzetlerinden çok farklı ve çok fazla olacaktır. Ruhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği de, Allahü teâlâyı cemal sıfatı ile görmek olacaktır. Cennet lezzetlerinin tadını alabilmek için, önce acı, sıkıntı çekmek lazım değildir; çünkü Cennetteki bedenin yapısı, dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki beden, yok olacak bir halde yaratıldı. Takriben yüz sene dayanacak kadar sağlamdır. Cennetteki beden ise, sonsuz kalacak, hiç yıpranmayacak sağlamlıktadır. Aralarındaki benzerlik, insan ile aynadaki hayali arasındaki benzerlik gibidir. İnsan aklı, kıyametteki varlıkları anlayamaz. Akıl, his organları ile duyulanları ve bunlara benzeyenleri anlayabilir. Cennet nimetlerini, lezzetlerini, dünyadakilere benzetmek, onlar üzerinde mantık, fikir yürütmek insanı, yanlış sonuçlara götürür. Bilinmeyen şeylerin, bilinen şeylere benzetilmesi batıldır. Allahü teâlâyı, dünyada baş gözü ile görmek caiz ise de, kimse görmemiştir. Peygamber efendimiz Miracda, ahirete giderek görmüştür. Allahü teâlâ, kıyamette, mahşer yerinde, kâfirlere kahır ve celal ile, yani azap edici olarak; salih müminlere ise, lütuf ve cemal ile yani büyük bir nimet, büyük bir zevk olarak görünecektir. Cennette de, cemal sıfatı ile görünecektir. Rüyada görmek, dünyada görmek değildir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı rüyada gördüğünü Camiussagir’deki hadis-i şerifte bildirmektedir. İslâm âlimlerinden de rüyada görenler olmuştur. Her zaman görülecek mi? Sual: Cennete giren müminler Allahü teâlâyı istedikleri her zaman görebilirler mi? CEVAP Tecelli genel ve özel olmak üzere iki kısımdır: Genel tecelli bir Cuma günü kadar olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ Cennet ehline her Cuma günü tecelli eder.) [Cami-us-sagir] Özel tecellide Cennettekiler eşit değildir. İlim ve ameldeki olgunluklarına göre görürler. En yüksek derecede olanlar, her zaman müşahede ederler. (Feraid-ül-fevaid) Cennette görmek ne demek? Sual: Abdurrahim Semerkandi, Füsul-i imadi fıkıh kitabında diyor ki: (Bir kimse, Allah’ı Cennette görüyorum derse kâfirdir. Cennetten görüyorum derse kâfir değildir. Zira birincisinde Allah mekâna nispet edilmiştir. (Cennetten görüyorum) sözündeki maksat, (Allah Cennette olacağı için, Onu Cennette görürüm) ise yine kâfirdir.) Okuduğum diğer kitaplarda ise, (Cennette Allah görülecektir) deniyor. Bu nasıl küfür olur? CEVAP Bir kere tercüme Türkçe’ye uygun değil. Cennette veya Cennetten görüyorum denmez. Çünkü henüz Cennete gitmedi ki öyle bir şey desin. Cennette veya Cennetten görülecek der. Tercüme düzgün değil, maksat açık anlatılamamış. Ahirette, mahşerde Allahü teâlâ görülecektir. Bu demek hâşâ, (Allah ahirettedir, mahşerdedir) demek değildir. Allah Cennette de görülecektir. Cennette müminlere hitap edecektir. Böyle söylemek de hâşâ, (Allah, Cennettedir) anlamında değildir. Allah mekândan münezzehtir. (Allah, Cennettedir, ahirettedir, dünyadadır, kâinattadır, Arştadır) gibi sözlerin hepsi yanlıştır. Cennette mekândan münezzeh olarak görülecektir. Cennetten görülecek derken, bir yönden görülecek demek de aynı şekilde caiz değildir. O da mekân tayin edilmiş olur. Din kitapları diyor ki: Allahü teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani bir şekilde olmayarak görecektir. Allahü teâlâyı ahirette görmeye inanırız. Nasıl görüleceğini düşünmeyiz. Çünkü, Onu görmeyi akıl anlayamaz. İnanmaktan başka çare yoktur. Felsefecilere ve Mutezile’ye ve Ehl-i sünnetten başka bütün fırkalara yazıklar olsun ki, kör olduklarından, buna inanmaktan mahrum kaldılar. Görmedikleri, bilmedikleri şeyi gördükleri şeylere benzetmeye kalkarak iman şerefine kavuşamadılar. (Mektubat-ı Rabbani 2/67) Allahü teâlâyı müminler Cennette görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur. (Mektubat-ı Rabbani 3/17) Allahü teâlâ, Cennette mümin kullarına (Kullarım, Benden daha ne istersiniz ki vereyim) buyuracak, Cennette, mekândan münezzeh olduğu halde cemalini gösterecektir. (Miftah-ül cenne) Kıyamette, mahşer yerinde, kâfirlere, kahr ve celal ile; salih müminlere ise, lütuf ve cemal ile görünecektir. Müminler, Cennette, cemal sıfatı ile görecektir. (İtikadname - Mevlana Halid-i Bağdadi) İnkâr eden mahrum kalır Sual: Cennette Allahü teâlânın görüleceğini inkâr eden, bozuk itikadının cezasını Cehennemde çektikten sonra Cennete girse, Allahü teâlâyı göremez mi? CEVAP İtikadı bozuk olan bir kimse, imanla ölür de, Cehennemde bozuk itikadının cezasını çektikten sonra Cennete girerse, Allahü teâlâyı görür. Cennet, nimetlerden mahrum olma yeri değildir. Allahü teâlânın Cennette görüleceğini inkâr edenlerin, Nass’ları yani mânâsı açık olan âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri inkâr ettikleri için, Cennete hiç giremeyecekleri bildirilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Kıyamette ışıl ışıl parlayan yüzler, [müminler] Rablerine bakacaklardır) buyuruluyor. (Kıyamet 22, 23) Her âyet-i kerimeyi inkâr küfür olduğu gibi, bu âyet-i kerimeyi de inkâr küfür olur. Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimenin açıklaması olarak Kütüb-i sittenin hepsinde bulunan meşhur ve sahih bir hadis-i şerifte, ayın dolunay olduğu bir zamanda buyuruyor ki: (Gökteki şu Ay’ı nasıl net görüyorsanız, [Cennette] Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İ. Ahmed, İbni Huzeyme, İbni Hibban] Bu meşhur hadisi de inkâr, yukarıdaki âyeti inkâr gibidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ akıl ve insaf versin de, Allahü teâlâ Cennette görülemez diyenler, Kur’an-ı kerimde açıkça bildirilmiş olan Nass’lara karşı gelmesinler. Sahih hadisleri inkâr etmesinler. Bunlar gibi, açık bildirilmiş olanlara iman etmek lazımdır. Bunların nasıl olduklarını Allah bilir demeli. Anlamadıkları için, (Aklım ermiyor) demeli. Kendi aklına güvenip, anlamadığına inanmamak, çok yanlıştır. (3/44) Allahü teâlâyı Cennette görmeye inanmak şerefinden mahrum olanlar, bu saadete kavuşmakla nasıl şereflenebilir? (İnkâr eden, mahrum kalır) buyurulmuştur. Cennette olup da görmemek de uygun değildir, çünkü İslamiyet, (Cennette olanların hepsi görecektir) diyor. Bir kısmı görecek, bir kısmı görmeyecek demiyor. (3/17) Allahü teâlâyı görmeyi inkâr edenler, açık Nass’ları inkâr ettikleri için, Cennete giremeyeceklerdir.
CEVAP: Cennet nimetlerini, lezzetlerini yalnız bedenin lezzeti zannetmek yanlıştır. Dünyada yükselmeye başlayan bir ruh, bedenden ayrılınca, kıyamete kadar, her an yükselmeye devam eder. Cennette beden, sonsuz kalabilecek evsafta dünyadakinden bambaşka özellikte var olacaktır. Yükselmiş olan ruh, bu ceset ile birleşerek kıyamet hayatı başlayacaktır. Cennette, bedenin ve ruhun çok farklı nimetleri, lezzetleri olacaktır. Yüksek olanlar, Cennette de ruhun lezzetlerine önem vereceklerdir. Ruhun lezzeti, bedenin lezzetlerinden çok farklı ve çok fazla olacaktır. Ruhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği de, Allahü teâlâyı cemal sıfatı ile görmek olacaktır. Cennet lezzetlerinin tadını alabilmek için, önce acı, sıkıntı çekmek lazım değildir; çünkü Cennetteki bedenin yapısı, dünyadaki gibi değildir. Dünyadaki beden, yok olacak bir halde yaratıldı. Takriben yüz sene dayanacak kadar sağlamdır. Cennetteki beden ise, sonsuz kalacak, hiç yıpranmayacak sağlamlıktadır. Aralarındaki benzerlik, insan ile aynadaki hayali arasındaki benzerlik gibidir. İnsan aklı, kıyametteki varlıkları anlayamaz. Akıl, his organları ile duyulanları ve bunlara benzeyenleri anlayabilir. Cennet nimetlerini, lezzetlerini, dünyadakilere benzetmek, onlar üzerinde mantık, fikir yürütmek insanı, yanlış sonuçlara götürür. Bilinmeyen şeylerin, bilinen şeylere benzetilmesi batıldır. Allahü teâlâyı, dünyada baş gözü ile görmek caiz ise de, kimse görmemiştir. Peygamber efendimiz Miracda, ahirete giderek görmüştür. Allahü teâlâ, kıyamette, mahşer yerinde, kâfirlere kahır ve celal ile, yani azap edici olarak; salih müminlere ise, lütuf ve cemal ile yani büyük bir nimet, büyük bir zevk olarak görünecektir. Cennette de, cemal sıfatı ile görünecektir. Rüyada görmek, dünyada görmek değildir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı rüyada gördüğünü Camiussagir’deki hadis-i şerifte bildirmektedir. İslâm âlimlerinden de rüyada görenler olmuştur. Her zaman görülecek mi? Sual: Cennete giren müminler Allahü teâlâyı istedikleri her zaman görebilirler mi? CEVAP Tecelli genel ve özel olmak üzere iki kısımdır: Genel tecelli bir Cuma günü kadar olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ Cennet ehline her Cuma günü tecelli eder.) [Cami-us-sagir] Özel tecellide Cennettekiler eşit değildir. İlim ve ameldeki olgunluklarına göre görürler. En yüksek derecede olanlar, her zaman müşahede ederler. (Feraid-ül-fevaid) Cennette görmek ne demek? Sual: Abdurrahim Semerkandi, Füsul-i imadi fıkıh kitabında diyor ki: (Bir kimse, Allah’ı Cennette görüyorum derse kâfirdir. Cennetten görüyorum derse kâfir değildir. Zira birincisinde Allah mekâna nispet edilmiştir. (Cennetten görüyorum) sözündeki maksat, (Allah Cennette olacağı için, Onu Cennette görürüm) ise yine kâfirdir.) Okuduğum diğer kitaplarda ise, (Cennette Allah görülecektir) deniyor. Bu nasıl küfür olur? CEVAP Bir kere tercüme Türkçe’ye uygun değil. Cennette veya Cennetten görüyorum denmez. Çünkü henüz Cennete gitmedi ki öyle bir şey desin. Cennette veya Cennetten görülecek der. Tercüme düzgün değil, maksat açık anlatılamamış. Ahirette, mahşerde Allahü teâlâ görülecektir. Bu demek hâşâ, (Allah ahirettedir, mahşerdedir) demek değildir. Allah Cennette de görülecektir. Cennette müminlere hitap edecektir. Böyle söylemek de hâşâ, (Allah, Cennettedir) anlamında değildir. Allah mekândan münezzehtir. (Allah, Cennettedir, ahirettedir, dünyadadır, kâinattadır, Arştadır) gibi sözlerin hepsi yanlıştır. Cennette mekândan münezzeh olarak görülecektir. Cennetten görülecek derken, bir yönden görülecek demek de aynı şekilde caiz değildir. O da mekân tayin edilmiş olur. Din kitapları diyor ki: Allahü teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani bir şekilde olmayarak görecektir. Allahü teâlâyı ahirette görmeye inanırız. Nasıl görüleceğini düşünmeyiz. Çünkü, Onu görmeyi akıl anlayamaz. İnanmaktan başka çare yoktur. Felsefecilere ve Mutezile’ye ve Ehl-i sünnetten başka bütün fırkalara yazıklar olsun ki, kör olduklarından, buna inanmaktan mahrum kaldılar. Görmedikleri, bilmedikleri şeyi gördükleri şeylere benzetmeye kalkarak iman şerefine kavuşamadılar. (Mektubat-ı Rabbani 2/67) Allahü teâlâyı müminler Cennette görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur. (Mektubat-ı Rabbani 3/17) Allahü teâlâ, Cennette mümin kullarına (Kullarım, Benden daha ne istersiniz ki vereyim) buyuracak, Cennette, mekândan münezzeh olduğu halde cemalini gösterecektir. (Miftah-ül cenne) Kıyamette, mahşer yerinde, kâfirlere, kahr ve celal ile; salih müminlere ise, lütuf ve cemal ile görünecektir. Müminler, Cennette, cemal sıfatı ile görecektir. (İtikadname - Mevlana Halid-i Bağdadi) İnkâr eden mahrum kalır Sual: Cennette Allahü teâlânın görüleceğini inkâr eden, bozuk itikadının cezasını Cehennemde çektikten sonra Cennete girse, Allahü teâlâyı göremez mi? CEVAP İtikadı bozuk olan bir kimse, imanla ölür de, Cehennemde bozuk itikadının cezasını çektikten sonra Cennete girerse, Allahü teâlâyı görür. Cennet, nimetlerden mahrum olma yeri değildir. Allahü teâlânın Cennette görüleceğini inkâr edenlerin, Nass’ları yani mânâsı açık olan âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri inkâr ettikleri için, Cennete hiç giremeyecekleri bildirilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Kıyamette ışıl ışıl parlayan yüzler, [müminler] Rablerine bakacaklardır) buyuruluyor. (Kıyamet 22, 23) Her âyet-i kerimeyi inkâr küfür olduğu gibi, bu âyet-i kerimeyi de inkâr küfür olur. Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimenin açıklaması olarak Kütüb-i sittenin hepsinde bulunan meşhur ve sahih bir hadis-i şerifte, ayın dolunay olduğu bir zamanda buyuruyor ki: (Gökteki şu Ay’ı nasıl net görüyorsanız, [Cennette] Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz.) [Buhari, Müslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İ. Ahmed, İbni Huzeyme, İbni Hibban] Bu meşhur hadisi de inkâr, yukarıdaki âyeti inkâr gibidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ akıl ve insaf versin de, Allahü teâlâ Cennette görülemez diyenler, Kur’an-ı kerimde açıkça bildirilmiş olan Nass’lara karşı gelmesinler. Sahih hadisleri inkâr etmesinler. Bunlar gibi, açık bildirilmiş olanlara iman etmek lazımdır. Bunların nasıl olduklarını Allah bilir demeli. Anlamadıkları için, (Aklım ermiyor) demeli. Kendi aklına güvenip, anlamadığına inanmamak, çok yanlıştır. (3/44) Allahü teâlâyı Cennette görmeye inanmak şerefinden mahrum olanlar, bu saadete kavuşmakla nasıl şereflenebilir? (İnkâr eden, mahrum kalır) buyurulmuştur. Cennette olup da görmemek de uygun değildir, çünkü İslamiyet, (Cennette olanların hepsi görecektir) diyor. Bir kısmı görecek, bir kısmı görmeyecek demiyor. (3/17) Allahü teâlâyı görmeyi inkâr edenler, açık Nass’ları inkâr ettikleri için, Cennete giremeyeceklerdir.
Allahü teâlâyı anmak
Sual: Bekara suresinin 152. âyetinde, (Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim) buyuruluyor. Allah’ın zikretmesi ne demektir?
CEVAP: Zikretmek anmak demektir. Allahü teâlâyı zikretmek de, Onu hatırlamak demektir. İslam âlimleri, bahsettiğiniz, (Beni anın, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin) mealindeki âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır:
1- Beni ibadetle anın, ben de sizi rahmetle anayım.
2- Beni dua ile anın, ben de sizi icabetle anayım. Yani duanızı kabul edeyim.
3- Beni dünyada anın, ben de sizi ahirette anayım.
4- Beni yalnızlıkta anın, ben de sizi toplulukta anayım.
5- Beni ihlâsla anarsanız, ben de sizi halasla [kurtuluşla] anarım.
Bir kimse Peygamber efendimize dedi ki:
- Hangi oruçlunun sevabı çoktur?
Efendimiz buyurdu ki:
- Allah’ı en fazla ananların...O kimse, namaz, zekât, hac için de aynı suali sordu. Hepsinde aynı cevabı aldı. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir, (Allahü teâlâyı ananlar, hayırların hepsini alıp gitti) diye söyleyince, Resulullah efendimiz,(Evet öyle) buyurdu. (Taberani)
Gafiller arasında ikenGafiller arasında iken, Allahü teâlâyı anmak, emir ve yasaklarını konuşmak, herkesi iyiliğe teşvik etmek daha büyük sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı anmak üzere toplananları melekler ve ilahi rahmet kuşatır.) [Müslim]
(Sırf rıza-i ilahi için toplanıp Allahü teâlâyı ananlara göklerden bir münadi, "Allahü teâlâ günahlarınızı sevaba çevirdi. Yerinizden mağfiret edilmiş olarak kalkın!" diye seslenir.) [İ. Ahmed]
(Bir toplulukta Allahü teâlânın ismi anılmaz ve peygamberine,salevat-ı şerife getirilmezse, kıyamette onlar, hasret ve nedamet çekerler.) [Tirmizi]
Davud aleyhisselam şöyle dua ederdi:
(İlahi, seni ananların topluluğunu geçip, gafiller topluluğuna gitmeye başlayınca, daha oraya varmadan ayağımı kır! Zira böylesi bana bir lütuf ve nimettir.) [İ.Gazali]
Gafil, Allahü teâlâyı anmayan, iyiliklerden haberi olmayan kimsedir. Böyle kimselerden fayda gelmediği gibi, çeşitli zararlara maruz kalırız.
Salihlerin, yani iyi kimselerin sohbetlerini ganimet bilmelidir. İyi kimseler, daima iyiliği tavsiye ederler. Bütün insanlığın iyi olması için çalışırlar. Günah lekeleri ile kalbi paslananlar, salih kimselerin sohbetlerinde bulunurlarsa, kalblerinin pasları silinir.
Kiminle gezdiğimize, kimlerle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmeliyiz! Çünkü bülbül güle, karga çöplüğe götürür.
Allahü teâlâyı anmak, Onun emir ve yasaklarını hatırlamak, emirlerini yapıp, yasaklarından kaçmaktır. Dil ile de Allahü teâlâyı tesbih ve tenzih etmektir. Mesela, sübhanallah, elhamdülillah, Allahü ekber, la ilahe illallah gibi kelimeleri dilinden düşürmemeye gayret etmelidir.
Allahü teâlâyı anmanın alameti
Sual: Allah’ı anmanın önemi ve alameti nedir?
CEVAPVazifeye gidip gelirken, iş yaparken ve her fırsatta Allahü teâlâyı hatırlamak, anmak büyük saadettir. Onu unutmak, anmaktan gafil olmak büyük bedbahtlıktır. İnsan sevdiğini her zaman hatırlar, çok severse hiç unutmaz. İmanın temeli, Allahü teâlâyı sevmektir. Sevmenin alameti de, Onu çok anmaktır. Yani Allahü teâlâyı seven Onu çok anar, Onu çok anan da Allah’ı seviyor demektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı çok sevmenin alameti, Onu anmayı sevmektir.)[İbni Şahin]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı anmak her şeyden büyüktür.) [Ankebut 45]
(Ey müminler Allah’ı çok anınız!) [Ahzab 41]
(Allah’ın nimetlerini anın ki, felah bulasınız.) [Araf 69]
(İyi biliniz ki, kalbler ancak Allahü teâlâyı anmakla, itminana, rahata kavuşur.) [Rad 28]
(Beni anmayan, sıkıntılara maruz kalır, kıyamette de kör olarak haşrolur.) [Taha 124]
Allahü teâlâyı anmanın, kalbde yerleşmiş olmasının alameti, o kimsenin edebe ve güzel ahlaka sahip olmasıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı anan kimse ile anmayan kimse arasındaki fark, diri ile ölü arasındaki fark gibidir.) [Buhari]
(Size deli denecek kadar Allahü teâlâyı fazlaca anın!) [Hâkim]
(Allahü teâlâyı öyle anın ki, münafıklar sizlere, mürai desinler.)[Beyheki]
Hak teâlâ buyurdu ki: (“Ben, kulumun beni sandığı gibiyim. Kulum ne vakit beni hatırlayıp anarsa, onunla birlikte olurum. Şayet kulum beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha iyi bir topluluk içinde anarım”) [Buhari]
(Her şeyin bir cilası vardır; kalbin cilası da Allahü teâlâyı anmaktır.) [Beyheki]
(Zikrin en faziletlisi la ilahe illallah demektir.) [Nesai]
(Gafiller içinde Allahü teâlâyı zikreden, cepheden herkes kaçarken, savaşan asker gibidir.) [Taberani]
(Allahü teâlâyı çok zikreden münafıklıktan kurtulur.) [İbni Şahin]
(Sabah-akşam Allahü teâlâyı anmak, fisebilillah savaşmaktan üstündür.) [Deylemi]
(Gece ibadet edemeyen, malını hayra sarf edemeyen, düşmanla cihaddan korkan, Allahü teâlâyı çok anmalıdır!) [Bezzar]
Hak teâlâ buyurdu ki:
(Beni bir gün hatırlayan veya bir defa benden korkan kimseyi Cehennemden çıkartırım.) [Hâkim]
Allahü teâlâyı anan, Onun büyüklüğünü, sıfatlarını, emir ve yasaklarını düşünür, tefekkür eder, iyi şeyleri yapma, kötü şeylerden kaçma arzusu doğar. Bu bakımdan Allahü teâlâyı zikretmek çok faydalıdır.
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâyı anmak iki türlüdür:
1- Kalbden Allahü teâlâyı hatırlamak büyük sevaptır.
2- Bundan daha iyisi, haramları işleyeceği anda, Allahü teâlâyı hatırlayıp vazgeçmektir.
Rahata kavuşmak için
Sual: Zikir ve gaflet ne demektir? Rahata kavuşmak için ne yapmak lazımdır?
CEVAPAllahü teâlâyı anmak, yani zikir, kendini gafletten kurtarmak demektir. Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun, kendini gafletten kurtarmak, zikir olur. O halde, dinin emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak zikirdir. Dinin emirlerini gözeterek yapılan alışveriş zikirdir. Çünkü, bunları yaparken, emirlerin, yasakların sahibi hatırlanmakta, gaflet gitmektedir.
Besmele çekmek, yürürken, otururken, dururken kelime-i tevhid, salevat-i şerife ve benzerlerini okumak da Allahü teâlâyı anmak, yani zikir olur. Gafil yaşamamalıdır! Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin!) [Ahzab 41]
(Beni anan, şükretmiş olur, beni unutan da nankörlük etmiş olur.)[Taberani]
Birkaç kişi herhangi bir iş için bir araya gelince, Allahü teâlâyı anmadan kalkmamalıdır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Bir yere toplanıp da Allahü teâlâyı anmadan kalkanlar, sanki eşek leşinden kalkmış gibi olur ve Kıyamette bunun üzüntüsünü duyarlar.) [Hâkim]
Müslüman, itikadını düzelttikten sonra kul ve Hak borçlarını ödemeye gayret etmeli, fırsat buldukça her işte Allahü teâlâyı hatırlamaya çalışmalıdır! Bildiği dua ve tesbihleri okumalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Tenhada Allah’ı zikreden, küffar ile tek başına savaşan gibidir.)[Şirazi]
(Şunlara sahip olan, dünya ve ahiretin hayrına kavuşmuş demektir: Şükreden kalb, zikreden dil, uygun bir ev ve saliha bir kadın.) [İbni Neccar]
(Dünya ve ahiret hayırlarına kavuşmak için, Allahü teâlâyı ananlarla beraber ol. Her fırsatta Allahü teâlâyı an. Allah için sev ve Allah için buğzet.) [Ebu Nuaym]
Hadis-i kudside buyuruldu ki:
(Ya Musa, seninle beraber olmamı istersen, beni zikredenin yanında ol. Kim beni nerede ve ne zaman ararsa bulur.) [İbni Şahin]
Mahlûkatın tesbihi
Sual: Canlı cansız her mahlûk Allah’ı tesbih edermiş, doğru mu?
CEVAP Evet. Hayvanlar dahil olmak üzere, yerde ve gökte bulunan canlı-cansız bütün mahlûkatın Allahü teâlâyı tesbih ve zikrettiğini âlimler bildirmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yedi kat gök ve yer ve bunların içindekiler, Allah’ı tesbih eder. Hiçbir varlık yok ki, Onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat onların tesbihini anlayamazsınız!) [İsra 44]
(Gökte olanlar, yerdekiler, kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı hep tesbih ediyorlar.) [Nur 41]
(Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allahü teâlâyı tesbih etmektedir.) [Hadid 1]
Allah unuttu ne demektir?
Sual: Tevbe suresinin 67. âyet-i kerimesinde, münafıklar için,(Nesüllahe fe-nesiyehüm) yani (Allah'ı unuttular, Allah da, onları unuttu) buyuruluyor. Böyle tercüme etmek uygun mu, Allah hiç unutur mu?
CEVAP
Tercüme ile meal farklıdır. Bugün piyasada, meal ismiyle satılan kitaplar, meal değil, birer tercümedir. Bu kitaplarda, âyet-i kerimeler kelime kelime tercüme ediliyor. Bu ise, hiç uygun değildir. Bir kelimenin, her ilimde farklı mânâsı vardır. Bunun için hadis-i şerifleri ve tefsir âlimlerinin açıklamalarını dikkate almadan, âyet-i kerimeleri başka lisana doğru tercüme etmek mümkün değildir.
Meal, tefsir âlimlerinin bildirdikleri mânâ demektir. Tercümeyle hiç ilgisi yoktur. Bu âyet-i kerimeyi kelime kelime tercüme edince, (Allah onları unuttu) denir, nesiyehüm, (Onları unuttu) demektir. Hâlbuki buradaki unutmanın, bildiğimiz unutmakla hiç ilgisi yoktur. Bu, Allahü teâlâyı unutanlara, unutulmuş muamelesi yapılacak demektir. Münafıkların Allah'ı unutmaları, Allah'ın emrine uymamaları, itaat etmemeleri demektir. Allah'ın da onları unutması, onları hidayetten mahrum etmesidir. (Unutursan unutulursun) sözünde de, böyle gizli mana vardır. Mesela dünyada Resulullah'a hiç salevat getirmezsen, onu hiç hatırlamazsan, bildirdiklerini yapmazsan ahirette, sen de hatırlanmaz duruma düşersin demektir.
İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki:
Burada unutmak, terk etmek anlamındadır. Yani onlar, Allah’ın kendilerine verdiği emirleri terk ettiler, Allahü teâlânın emirlerini adeta unutulmuş hale gelinceye kadar terk edip durdular. Allah da şüpheleri içerisinde kendilerini terk edip bıraktı, onları sevab ve mükâfatından, unutulmuşlar seviyesine düşürdü. Katade der ki: Onları unuttu demek, hayırdan onları mahrum bıraktı anlamındadır. Kötülükten ise onları unutmadı. Yani kötülük işlemeye devam ettiler. (Cami-ul-ahkâm)
11 Temmuz 2016 Pazartesi
9 Temmuz 2016 Cumartesi
8 Temmuz 2016 Cuma
6 Temmuz 2016 Çarşamba
5 Temmuz 2016 Salı
Ramazan bayramında neler yapılmalıdır?
Sual: Ramazan bayramında neler yapılmalıdır?
Cevap: Şevval ayının birinci günü fıtır bayramının günüdür. Bu günde, güneş doğduktan ve kerahet vakti çıktıktan sonra, yani İşrak vaktinde, iki rekât bayram namazı kılmak, erkeklere vacibtir. Bayram namazlarının şartları, Cuma namazının şartları gibidir. Fakat, burada hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. (Îyd), bayram demektir. Her yıl, Ramazan ayında ve Arefe gününde günahları af edildiği için Müslümanların sevindikleri, sürurlarının avdet ettiği, tekrar geldiği için (Îyd) denildi. Bayram günleri şunları yapmak sünnettir: Erken kalkmak, gusül abdesti almak, misvak ile dişleri temizlemek, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, Fıtra bayramı namazından önce tatlı yemek, hurma yemek. Tek adette yemek. O gün yüzük takmak, Camiye erken ve yürüyerek gitmek. Bayram tekbirlerini, Fıtır bayramında sessiz söylemek. Dönüşte, başka yoldan gelmek. Çünkü, ibadet yapılan yerler ve ibadet için gidip gelinen yollar, kıyamet günü şehadet edeceklerdir. Müminleri güler yüzle ve (Selamün aleyküm) diyerek karşılamak. Fakirlere çok sadaka, [İslamiyeti doğru olarak yaymak için çalışanlara yardım] yapmak. Dargın olanları barıştırmak, akrabayı ve din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek de sünnettir. Erkeklerin kabirleri ziyaret etmeleri de sünnettir. Hadîs-i şerifte (İnsanlar, kendilerine iyilik edenleri sever) ve (Hediyeleşiniz, sevişirsiniz) buyuruldu. Hediyenin en kıymetlisi, en faydalısı, güler yüz, tatlı dildir. Bid’at sahiplerinden başka herkese, dosta ve düşmana, Müslümana ve kâfire, daima güler yüz, tatlı dil göstermelidir. Kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa, dostluğu giderir. Düşmanlığı arttırır. Kimseye kızmamalıdır. Hadîs-i şerifte (Gadab etme!), kızma buyuruldu. Fitne, fesat zamanında, ineğe tapanları görünce, ineğin ağzına saman vermeli, onları kızdırmamalıdır. (Tam İlmihâl s. 266)
2 Temmuz 2016 Cumartesi
30 Haziran 2016 Perşembe
”Emrin Olur” Hz.Vahşî Bin Harb’in Hikayesi
Vahşi Hz.Hamzayı Şehit ettiğinde Resulullah (S.A.V) onu şehit edenin Vahşi oldugunu öğrenmişti ve çok hiddetlenmişti, Zaman gececekti Vahşi bir vesile ile Müslüman olacaktı, Artık Vahşi Resullah’ın karşısında ama içinde bir korku içinde bir heyecan içinde bir sızı… “Ben geldim ya Resullah Müslümanım artık” diyecekti Resulullah (S.A.V) çok sevinecek çok mahzun olacaktı, o anda yüzünde bir hüzün Vahşiye bakıyordu Amcasını görüyordu sanki o anı, şehitlik anını.. Sonrasında; ”Benim karşıma cıkmasan” diyecektı “seni gördükçe amcam gelıyor aklıma cok üzülüyorum” Emir telakki edecekti Hazretı Vahsi görünmeyecekti. Herkes mescitte, vahşi, sütunlar arkasındadır… Yaklaşamamak Resullaha (S.A.V) metreler mesafesınde olmak ama ona dokunamamak… Belki olsun diyecekti olsun müslüman oldum ya Ona Ümmet oldum ya, bu da büyük nimetti demiştir elbet.. Sonrasında ResulAllah (S.A.V) vefat edecekti… Mescit öksüz, Mescit yetim, Mescit sahipsizdi sanki, Hazreti Vahşi söz vermişti ya yaklaşamıyordu mescide Sanki Resullah (S.A.V) hep oradaydı. Ve bir gündü… Hazreti Vahşi mescid arkasındadır, Yine üzgün, Gözleri yaşlı, Özlüyordu çünkü Dokunamamıştı Resullaha (S.A.V) ya… Ve o dem bir ses yükseliyordu Vahşiii…! Ne bekliyorsun? Mescit seni bekler, Gir artık mescite, Sanki zaman durmustu, Sanki mekan yok olmustu, Vahşi huzurdaydı.. Sonrasında Yalancı bir peygamber cıkıyordu! Vahşi onu öldürecekti belliki bu şeref onu Resullaha (S.A.V) yakın kılacaktı.. Ezgi bu satırlar üzerinden esinlenilerek yazılmıs kim dayanabilir ki 10 metre mesafede Resulullaha (S.A.V) dokunamamaya… Vahşi öyle bir sahabi Onun da imtihanı öyleymİş… Hani ezginin sözlerinde diyor ya: Taş bassın yerime dedi gönlüne.. Emri olur başım gözüm üstüne.. Bakmasın demiş birdaha yüzüme.. Emri olur inansın bu sözüme.. Almasın demiş adımı diline.. Vay ben ölem atsın toprak üstüme..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)